“Televizyon, mükemmel bir suç okuludur”

Kitaba, ilme önem vermemenin bizi ne hale getirdiğini dün istatistiki verilerle sizlere sunmuştum. Kitap okumak, yayınları takip etmek, insanın bilmedikleri lüzumlu bilgileri öğrenmesi ve insanlık için yeni gelişmeleri takip ederek kendini yenilemesi, ne kadar faydalı ise, buna mani olan şeyler de o kadar zararlıdır.

Bugün insanı, okumaktan alıkoyan, insanı bir çeşit uyuşturan, körelten, kabiliyetlerini dumura uğratan şeylerin başında televizyon gelmektedir. Bu cihazın âlet olarak bir suçu yok tabii.

Faydalı işlerde kullanıldığı takdirde, zamanımızın en faydalı cihazıdır TV. Fakat, maalesef bugün istenildiği gibi kullanılmamaktadır. Ölçü kaçırılmaktadır. Hayatta kalabilmemiz için günlük yediğimiz gıdalar bile lüzümundan fazla alınınca, zararlı olmakta; zehirlenmelere, ölümlere sebep olmaktadır.

TV hakkında yapılan istatistikler ortadadır. TV’nin insanları etkileme gücü üzerinde psikologların yaptığı araştırmaların sonuçları bu acı gerçeği ortaya koymaktadır. “Ailenizi mi çok seviyorsunuz, TV’yi mi?” sorusuna, çocuklardan %44’ü, “TV’yi” diye cevap vermiştir. Avrupalı ilim adamları TV’ye, “Aptal kutusu”, “Suç okulu” gibi isimler vermişlerdir.

Yapılan bir araştırmaya göre, normal TV seyretme oranında Batı’nın çok üstünde olduğumuz tespit edilmiştir. Evlerimizde silah zoruyla, “Eller yukarı” denilerek teslim alınmamıza lüzum kalmamış, bunu “TV, silahsız, tehditsiz rahatça yapmakta ve yegane sermayemiz olan zamanı hoyratça bitirmektedir.

Bu durumu da ilim adamları “Yavaş intihar”a benzetmektedirler. Fransız Çocuk Psikiyatri Profesörü Marcel Rufo, “Televizyon, mükemmel bir suç okuludur” diyor. Prof. Rufo’nun tespitlerinde ve televizyonun olumsuz etkileri konusunda yapılan bir değerlendirmede şu görüşlere yer verilmiştir:

Televizyon, elektronik bir sakinleştirici olması sebebiyle, sürekli televizyon seyreden çocukları, uyuşturucu ve sakinleştirici bağımlılığına itmektedir. Rufo’nun araştırmasına göre, günde 2-3 saat televizyon seyreden çocuklar, okulda başarı gösterememektedirler. Araştırma sonuçlarına göre, ayrıca çocukların yüzde 47’sinde televizyon yayınlarının etkisiyle, “kötü yeme” alışkanlıklarının görüldüğü, bunun da sindirim ile ilgili hastalıklara yol açtığı belirlendi.

Ayrıca televizyondaki vur-kır filmlerinin çocukları suça özendirdiği görülmektedir. Çocuk çeteleri kuranlar, arkadaşlarını televizyonda gördükleri gibi “asarak öldürme” oyunu oynarken, çocuğun gerçekten asılarak ölmesine sebep olmuşlardır. Televizyon, yalnız çocuklarda değil, büyüklerde de suç nisbetini artırmaktadır.

Televizyon seyretme süresi arttıkça, çocuğun başarısı ve sosyal ilişki kurabilme kabiliyetinin giderek azaldığı da gözlenmiştir. Çok fazla TV izleyen çocukların yemeden, içmeden kesilme, uyuma güçlüğü, kötü rüyalar görme, ders çalışmaya karşı ilgisizlik, hayal dünyasında yaşama, TV’deki tiplemeleri ve kahramanları taklit etme, içine kapanma, sosyal ilişkiler kurmada başarısızlık gibi problemlerle karşılaştıkları görülmüştür.

Çocuğun TV izlemeye ayırdığı zaman arttıkça, oyun oynamaya ayrılan zaman da azalmaktadır. Halbuki bir çocuk için oyun en temel ihtiyaçtır. Oyuna ayrılan zamanın azalması hâlinde çocuk pasifleşmekte, olaylara katılma yerine seyirci kalmakta, karmaşık şeyleri öğrenme isteği azalmaktadır.

TV’nin küçük çocuklarda, “konuşma ve dil geriliği” meydana getirdiği de tespit edilmiştir. Nerdeyse konuşmayı unuttuk. Bugün artık sadece evlerde, “Bugün ne yemek pişirdin? Çocuklar nerede? Elektrik-su faturası geldi mi?” gibi kısa konuşmalar yapılıyor. Yemek yenildikten sonra, hanım hemen mutfağa girmekte, erkek vakit kaybetmeden televizyonun başına geçmektedir.

Halbuki doktorlar, aile fertlerinin konuşup dertleşmediğini, bu sebeple ailede bulunması gereken sıcak münasebetlerin doğmadığını, bunun da aile fertlerinde depresyonlara sebep olduğunu ifade etmektedirler. Dağlara-taşlara, okul, öğretmen ve kitaptan önce TV’nin girmesi, insanımızı hazırlıksız yakalayıp, gafil avlamıştır. “Zaman öğüten makina” durumundaki TV, başta aile olmak üzere bütün millî-mânevî değerleri öğütmekte, bilhassa gençlerimizi “Hareket eden ölü” hâline getirmektedir.


Konular