Ailenin ölümü

İNSANIN, İÇİNDE BULUNDUĞU kâinatta kendine edebileceği en büyük kötülüklerden biri, bir şeyin 'değer'ini belirlemek için 'para'yı ölçü almasıdır. Her bir şey, varolması için tüm kâinatın çalıştırıldığı bir kudret mucizesi olduğu halde, 'fıyat'ı esas alınınca, birdenbire değerden dü­şer. Patates sıradan, istavrit kalitesiz, elma değersiz oluverir. Bol olan, ucuz olan, hatta parasız olan şeyler—bunlardan bir kısmı hava ve su gibi en ziyade muhtaç olduğumuz şeyler ol­sa bile—değerleri düşünülmeyecek kadar değersiz görülürler.

Bir kere 'para' değer ölçüsü olduğunda ise, iş yalnız kimi meyveleri, sebzeleri, yahut suyu, ekmeği değersiz görmekle kalmaz. Çok para getiren işler kıymete biner, hiç para getir­meyen işler değersiz olur.

Sözgelimi, temizlikçi bir kadının yaptığı ev temizliği 'değerli'dir, zira karşılığında para kazanmaktadır. Ama evin ha­nımının yaptığı temizlik 'iş' yerine konmaz, çünkü karşılığın­da bir para kazanımı yoktur.

Aynı şekilde, çocuk bakımı, eğer başka birinin çocuğuna para karşılığı bakılıyorsa, önemsenir. Yok, baktığınız kendi çocuğunuz ise, bu çabanız pek takdir görmeyecektir, 'iş' bile değildir bu; zira, karşılığında 'para' yoktur.

Galiba bundan olsa gerek, 'ev hanımı' olmak hor görülü­yor artık. 'Ev hanımlığı,' kimi nazarlarda, 'bir işe yaramıyor olmak'la eş anlamlı mütalaa ediliyor.

İş böyle olunca da, aileler, farkına bile varmaksızın, bir ölümün eşiğine geliyor. Para değer ölçüsü, dolayısıyla para getiren iş 'değerli' olduğu için, evin erkeği, 'eve'para getiriyor olmak'la otorite kazanıyor. Para değer ve dolayısıyla otorite sebebi olunca da, 'ev hanımı' olarak kendisini değersiz ve güçsüz hisseden hanımlar, para kazanan bir işle uğraşarak kendileri için bir değer ve otorite alanı açmaya çalışıyorlar. 'Değerli' ve 'eşit' olmak için, para getiren bir iş peşine düşü­yorlar.

Böylece, babaların yanısıra anneler de evden kopunca, as­lında 'ev' göçüyor. 'Ev,' 'yuva' olmaktan çıkıp, akşamları geli­nen ve kalman bir 'pansiyon'a dönüşüyor. Herkes, kendi özel alanında yaşıyor. Çocuk ya bir bakıcıya, ya bakımevine, ya­hut televizyona emanet ediliyor. Baba, işyerinde çalışan ha­tunları hanımından daha fazla görüyor. Hanım, çalıştığı işye­rinde, evinden daha fazla zaman harcıyor. Uyanık olunan zamanların ancak üçte bir kadarı evde harcanıyor.

Sonuçta, aileye ilişkin 'ana, baba ve çocuklardan oluşan en küçük sosyal birim' tanımı zahiren işliyor gözükse bile, kazın ayağı öyle olmuyor. Gerçekte, belirli saatleri aynı evde geçiren, ama kendilerine özel alanları bulunan, ancak çok nadir anlarda bir duygu ve zihin beraberliği yaşayan 'ayrı in­sanlar' kümesi çıkıyor karşımıza.

Velhasıl, 'para'ya bu kadar 'değer' verilince, yalnızca kâi­nat içindeki, her biri bir kudret mucizesi olan nice nimet ni-metlikten çıkmakla kalmıyor; aile de çöküyor. Aile nimeti de, fiiliyatta, ortadan kalkıyor.

Bu çöküş, evin hanımı para getiren bir işte çalışsa da, ça­lışmasa da oluyor. Bu bakımdan, Asr-ı Saadetin 'aile'si ölçü alındığında, bugün ailelerin çöktüğünü; öyle ki, ehl-i din için dahi durumun bu olduğunu söylememiz gerekiyor. Bu çöküşün önüne geçmek için ise, öncelikle 'para'yı 'değer ölçüsü' makamından azletmek icab ediyor.

Ki, imanı ölçüler uyarınca, 'değer'i belirleyen 'para' değil­dir. Meselâ, O'nun adına verilen tek bir hurma sonsuz bir değer kazanırken, insanın kendisine mal ederek verdiği tril­yonların—imanı açıdan—beş paralık bir değeri dahi yoktur. Her bir şey, Hallâk-ı Bîmisal'e nisbetle değerlidir. Her bir iş, ister tarlada çift sürmek, ister çarşıda mal satmak, ister evde çocuk bakmak olsun, O'nun adına yapılırsa değerlidir—para getiriyorsa değil.

Hatta, hanımın imanı bir şuurla evde yaptı­ğı işin, kocanın dışarıda yaptığına göre daha değerli görüldü­ğünü söylemek, bazı hadisler dikkate alınınca, kesinlikle im­kân dahilindedir.

Kısacası, bugün 'aile' şikayeti edenler, şöyle bir 'değer' muhasebesi yapsalar, zannımca faydalı olacaktır. Parayı 'de­ğer' ölçüsü olarak görmeyi sürdürenlerin ise, 'aile'den, 'çoluk-çocuk'tan dert yanmaya, kesinlikle haklan yoktur.

Metin Karabaşoğlu


Konular