Sevgiyi örseleyen tehlike: Evde pandomim!

Hayalleri vardı evlilik üzerine. Kırmızı panjurlu olmasa da şirin, sıcak bir yuvası olacak, hafta sonlarında çocuklarını bahçesi olmayan apartmanın birkaç sokak arkasındaki çocuk parkına götüreceklerdi.

Çocuklar koşup oynarken o kocasıyla el ele onları seyredecekti. Hâlâ devam eden sevgilerini, aşklarını birbirlerine tekrar tekrar ilan ettikten sonra çocukları ve gelecekle ilgili uzun sohbetlere dalacaklardı.

Eşi en yakın sırdaşı olacak; o, gün boyu yaşadıklarını, çocukların yaptığı yaramazlıkları, sevdiği dizinin en heyecanlı sahnelerini eşine heyecanla anlatacak, eşi de patronundan yediği fırçayı, arkadaşlarının yaptığı şakaları hatta otobüste yer verdiği yaşlı kadının dualı teşekkürünü kendisiyle paylaşacaktı. Beraber gülüp ağlayacak, hayata dair kararları birlikte alacaklardı. Kızgınlıkları bile sadece birbirleriyle paylaşacaklardı. Ne olursa olsun ilk yapacakları şey konuşmak olacaktı.

Oysa evlilik hiç bilmediği bir yönüyle karşılamıştı onu. Nişanlıyken saatlerce konuşup ayrılık saati geldiğinde bir türlü kopamadıkları halde ne değişmişti de dut yemiş bülbüle dönmüştü eşi. Paylaştıkları şeyler azalmış, konuşacak birşey bulamaz olmuşlardı. Perma yaptırdığı halde saçının fark edilmeyişine, evdeki eşyaların yerinin sık sık değişmesi karşısında bir yorum yapılmamasına, ya da çocukların yıldızlı pekiyilerine ‘aferin’ demedeki üşengeçliğe de alışmıştı artık.

Eşini her gün aynı heyecanla karşıladığı halde ağzından çıkan zoraki bir “Merhaba”yı bozdurup bozdurup harcaması, tükenmez sabrının göstergesiydi. Ancak gün geldi o da yoruldu bu monologdan. Cevapsız kalan ısrarlı sorular, anlatılan en heyecanlı olaylar karşısında bile “Ya? Gerçekten mi?” gibi sıradan nidaların esirgenmesi karşısında bir bıkkınlık, aldırmazlık hakim oldu ilişkilerinde. Böylece evde yeni bir iletişim şekli doğdu: Pandomim.

Kendi anahtarını kullanıyorsa

Yani jest ve mimiklerden oluşan sessiz tiyatro. Çok tanıdık bir yaşam şekli değil mi? Kimse konuşmaz; ama hangi saatte ne yapılmalı, kim ne sever, ne kadar yer, bilinir ya da bilinmelidir... Cevapsız kalan sorular karşısında yapılacaklar deneme yanılmayla öğrenilmiştir zaten. Genelde kapı zilini çalarak eve girdiği halde o gün kendi anahtarıyla eve giren eş “Bugün hiç havamda değilim. Merhaba bile diyemeyeceğim. Yemeği derhal hazırla, hemen yatacağım.” demek ister. Hanım bir cıngar kopmadan akşamı geçirmek için çocuklara babalarını göstererek “Susun!” işareti yapar ve mutfağa yönelir. Sofrada yemekler sırayla babanın tabağına konur ve hiç kimsenin konuşmaya cesaret edemediği yemek saati geçiştirilir. Bir taraftan yemek yiyip bir taraftan gazeteye göz atan baba evde oluşturduğu soğuk atmosferi fark etmiş olacaktır ki yatak odasına yönelirken günün hareketini yaparak küçük kızının başını okşayıp geçer. Bu çocuk da dahil herkesin derin bir “oh!” çektiği andır. Ancak hergün böyle geçmez tabii. Genelde doğrudan çalışma odasına geçerek bilgisayar başına oturan erkek, yemek vaktine kadar odadan çıkmaz ve odaya kimsenin giremeyeceği de bilinir. Annenin kahvaltıda başlayan “akşama ne pişireyim” tarzındaki soruları omuz silkilerek “Ne pişirirsen pişir” anlamına gelecek şekilde cevaplanır. Ancak anne bilir, asla kapuska ya da enginar pişirmemesi gerektiğini.

“Yumurtanı nasıl istersin?” sorusuna çay kaşığıyla masaya vurularak cevap veriliyorsa bu “rafadan olsun” demektir. Bardağı kaşıkla şıkırdatmak ise “çayımı tazele” demek olur genelde. Bir süre sonra kadın da bu iletişimsizlik girdabına kapılır ve o da kendine göre yöntemler belirler. Tavanın dibine tahta kaşıkla vurmak “yemek hazır” anlamına gelir.

Suskun konuşmalar

Biraz abartılı geldi size değil mi bu örnekler. “İnsan konuşmadan durabilir mi diyorsunuz doğal olarak. En yakın dostuyla, konuşmazsa nasıl yaşar insan, diyorsunuz. Öyle ya, bir gün değil, beş gün değil. Ama sürüyor işte. Yıllarca oturup dertleşme adına tek kelime etmeden hayatını sürdüren çiftlerin çevremizde yer aldığını kim inkâr edebilir? Günde on kelimeyi geçmeyen diyaloglarıyla bir evliliği yürütmeye çalışan çiftler var. Örselenmiş, solmuş aşkları bir yana saygının yitirildiği, sorumluluk duygusunun yerini umursamazlığa bıraktığı evliliklerdir bunlar. Yokmuş gibi davrandığın bir insanla aynı evi paylaşmak yalnızca. Derinlerde fırtınaların koptuğu ancak sahiline tek dalganın uzanmadığı bir aradalıklar. Görünürde hiçbir problem yoktur. Ancak, dile getirilmese de yaşanabilecek en büyük problem yaşanmaktadır sessiz sedasız. İnsanın yaradılışına aykırı bir haldir bu. Çünkü bize öğretilen ‘insanların konuşa konuşa anlaşabileceği’ olmuştur hep. Bu ihtiyaçtan dolayıdır ki otobüste, minibüste ya da chat sitelerinde hiç tanımadıkları insanlarla dertleşiyor insanlar. Problemine bir çözüm bulacağı umudu değil aslında onları bu yola iten. Karşısındaki kim olursa olsun konuşmaktır tek istediği. Ancak bu yollarla rahatlamayı reddeden ya da problemine daha köklü ve profesyonel çözümler bulmayı tercih edenlerse uzman yardımına başvuruyor. Psikiyatri klinikleriyle, psikologlara başvuranların önemli bir miktarını iletişim sorunlu insanlar oluşturuyor.



Asıl dert iletişimsizlik

Solmaz Tayfur eşiyle yaşadığı iletişimsizlik problemiyle psikiyatrların kapısını aşındırmış biri. Karı koca ikisi de öğretmen olan Tayfur çifti Solmaz Hanım’ın deyimiyle “yıllardır aynı evde yaşayan iki yabancı gibi”. Yirmi yılı aşan evlilikleri üç çocuklarına rağmen iletişim adına kayda değer hiç bir ayrıntıyı içermiyor. Solmaz Hanım durumun düzelmesi için elinden geleni yaptığına inanıyor ancak bunların hiçbiri eşini tekrar kazanmasını sağlamamış henüz. Son çare olarak psikiyatrik yardım almayı denediğindeyse de uzmanın kendisinden istediği şey eşini de görüşmeye getirmesi olmuş. Bu konuda bir türlü ikna edilemeyen eş problemin çözümsüz olarak kalmasına sebep olmuş. Şimdi Solmaz Hanım çaresizlik içinde durumu kabullenmiş görünüyor. Ancak gayretini noktalamamış. İletişim konulu, ailevi ilişkilerle ilgili ne kadar kitap varsa bulup okuyor. Belki bu çabasında kendisini suçlu görmesinin etkisi de olabilir Solmaz Hanım’ın. Çünkü o “Hata bende” derken gençlikte yaptığı hatalara dayandırıyor ilişkilerinin bugünkü durumunu. “İstemediğim bir evlilikti bu. Bu yüzden eşime evliliğin ilk yıllarında gereken ilgiyi göstermedim. Hep soğuk davrandım. Derken çocuklar oldu. Tüm ilgim onlara kayınca eşim kendini yalnız hissetti ve kabuğuna çekildi. Geçmişe dönüp baktığımda bunu daha iyi görebiliyorum.” diyor.


Hayat TV başında geçmemeli

Eşinin evde varlığıyla yokluğu arasında bir fark olmadığından bahsederken televizyonun iletişimi sıfırladığını düşünüyor: “Bizden ayrı bir odada hiç bıkıp usanmadan televizyon seyrediyor. Bazen onu yalnız bırakmamak için yanına gidip ben de oturayım diyorum, seyrettiği şeyler bana sıkıntı veriyor, biraz kalıp çıkıyorum. Çoğunlukla da televizyonun karşısında uyuyup kalıyor. Çocuklar da durumu kabullendi. Hiçbir şekilde onu bizimle olmaya ikna edemiyoruz.”


Hataların birikmesinde Karar alma süreci çok etkili


Erkekler “Sen iyisini bilirsin” kolaycılığıyla eşlerini yalnız bırakıyorlar. Oysa çok önemli kararlarda işin sorumluluğunu ve yükünü kaldıramayacak olan kadınlar eşlerinden yardım bekliyorlar. Solmaz Hanım kararların ne olursa olsun birlikte alınması gerektiğini tecrübelerine dayanarak belirtiyor.

İlk hareket kimden gelmeli?

Solmaz Tayfur'a göre evliliğin kuralları olmalı ve her iki taraf da bu kurallara uymalı. Oysa iletişim kurmaya çalıştığımızda ilk hareketin karşıdan gelmesini bekliyoruz hep. Tayfur, kadınların erkeklere göre daha dışa açık olduğunu da söylerken sabrın yanı sıra iletişimsizlikten rahatsız olan tarafın karşıdakini konuşmaya alıştırma amaçlı olarak onun ilgisini çekecek konuları açması konusunda ısrarlı. Kendisi henüz iyi yönde bir sonuç almamış; ama bu konuda sabır gösterebilirse kesin çözüme ulaşacağından emin.

“Benimle konuş” ısrarı yanlış

Evli yetişkinlerin uzman yardımı alma ihtiyacı duyduğu problemlerinden biri olduğunu söylemiştik ‘aile içi iletişimsizliğin”. Psikolog Farika Teymur Artır, bu tür problemlerde her iki tarafın da suçlu olduğunu ileri sürerken eşlerin birbirlerinin sevgi dilini bilmediğini söylüyor. Erkeklerin içe dönük bir yapıya sahip olması karşısında kadınların konuşmayı tercih etmesinin bir sonraki adımı olan bir tarafın konuşmaktan kaçınması, diğerininse işi söylenmeye vardırması gibi bir sonuca götürmesi iletişimin kopmasına neden oluyor. Artır, erkeklerin sıkıntılarını kendi başlarına çözmeye çalıştıklarını ve rahatlama yöntemi olarak televizyon seyretmeyi ya da gazete okumayı tercih ettiklerine dikkat çekiyor. Kadın eşinin ilgisini çekecek konular bulmuyorsa “Benimle konuş” hatasına düşüyor. İstemeyen birini de zorlamamak gerekiyor.


Eşinizin sevgi dilini öğrenin

Beş Sevgi Dili ve Aile Terketmemiz Gereken Sevgili kitaplarının yazarı Artır, eşlerin birbirinden beklentilerini bilerek bu doğrultuda davranmalarının yarar getireceğine dikkat çekiyor. Beden diline önem vermek, konuşmaları kavgaya dönüştürmemek, geçmişi gündeme getirmemek önemli konu başlıkları. Evet, hayatı bir tiyatro sahnesine benzetirler. Herkes aldığı rolü oynar ve çekilir sahneden. Bazılarımızın payına düşense pandomim olur nedense. Konuşacak bu kadar çok şey, sevgimizi ifade içinse bunca güzel söz varken susmak niye? Kaybettiğimiz zamanı tekrar yakalamak mümkün olmayacak. O halde sahip olduğumuz zamanı hem kendimiz hem de ailemiz için en güzel hale dönüştürmemiz gerekmez mi? Lütfen başınızı sallayarak cevap vermeyin.


2 yorum

ne yazık ki eşler belli

ne yazık ki eşler belli zamandan sonra seçiyorlar pandomim oynamayı

04.02.2008 - İKBAL

eşler birbirini

eşler birbirini tamamlamalı kürekleri aynı yöne çekebilmeli ama ne yazık böyle olmuyor insan egosu iktidar savaşı benim dediğim olacak mantığı her şeyden üstün geliyor aşktan da evlilkten de....

22.09.2007 - Misafir

Konular