Yunusça Sevgi

Açılır bağ-u bostanın,
Okunur dilde destanın.
Sen baktığın gülistanın,
Gülleri solmaz Allah’ım…


Düşünürdüm her gün, insanoğlu neden güler, neden ağlar, neden sessizdir bazı zamanlar? Sonunda buldum, sevgiymiş meğer insanı düşündüren, güldüren ve ağlatan. Kuşlar tercüman oldu bana, havayla, dağlarla ve gökyüzüyle konuşmama. Meğer şu bizim bildiğimiz sevgi, gülmekten ibaret değilmiş. Sordum onlara, peki nedir diye sevgi, işte o zaman sustular, küstüler bana. Acaba bir hata mı ettim diye düşününce, sus dediler bana, alma dediler o kelimeyi ağzına. Siz insanlar, kirlettiniz o temiz-pak hisleri, unutturdunuz geleceğe, anlamı derin sözleri. Sordum; peki nedir o kelimenin anlamı? Gökyüzü ne kadar uğraştıysa da bana anlatmaya, sıkıldı, dertlendi. Ve yine derdinden, bulutlar yağmur olup yere inmeye, denizler buharlaşıp göklere çıkmaya, dağlar da derdinden kar tutup beyaz kefeni giymeye başladı. Bunlar hep eski sevgileri anlatmaya çalışıp ta, başaramadıklarından olurmuş meğer.

“Ya sen!” dedim o küçük kuşa; gezersin uzaklarda, mutlu diyarlarda, sıcak yerlerde… Bilmez misin nasıl olur sevgi? O küçük garip kuş daldı uzaklara, başladı gözleri damla damla yaşarmaya, gözyaşlarıyla içini dökmeye, anlatmaya… Neymiş meğer sevgi? Mutlulukmuş o, gülücükmüş, dostluk ve beraberlikmiş. Kelimeler yetmezmiş anlatmaya. Aslında her kelime kendi başına anlatırmış bize sevgiyi.

Bazıları bulmuş tabiatta, doğada sırları, dalmışlar tefekküre, başlamışlar ağlamaya. Her biri birer Mecnun olmuş, ellerini açıp, başlamış Yaratan’a duaya. Ferhatların, Keremlerin, Mecnunların seslerinin yankısını duymuş uzaktan, sevmeyi, sevilmenin değerini bilen gönüller. Onlar da Mecnunlar gibi sevgiyi söylemişler gözyaşlarıyla, kimileri bunlara deli, kimileri de sevmeyi bilen serseri demiş durmuş. O dertli Mecnunlar ordusu unutmamış mâşukunu, nasıl unutsun ki? İstese de unutamaz. O his, o duygu işlemiş gönüllerin en derin noktalarına. O mukaddes hüzün, kalplerinde pencereler açmış Mevlâ’ya… Açmamışlar dillerini, üzülmesin diye sevdikleri. Hep atmışlar mukaddes kederlerini içlerine. O kederi sevmişler, o keder aslında Allah’tan bir armağanmış…

Ne dertler çekmiş meğer benim dertli kuşum; anlattıkça ağladı, ağladıkça coştu, coştukça daldı yine uzaklara. Geçmişi anlattı, sevgisinden nasıl dağları deldiğini Ferhat’ın… Ya çöllere düşen Mecnun? Onlar daha neymiş ki? Sevgiyi gerçek yüzüyle bilenler gelip geçmiş. Yunus gibi, Mevlana gibi… Sevmişler elbette onlar da birini, Hakk’a açıp ellerini, istemişler sevdiklerini.

Benim dertli kuşum severmiş gülü, adı çıkmış bülbül diye. Gonca gül de severmiş bülbülü, onsuz geçirmezmiş hiç ömrünü. Anlatırken dertli kuşum gülü, güzel gördüğünü. Anlar gibi oldum, aradığım sevgiyi.

Elime alınca bir kalem ile bir de kâğıt, yazmak istedim sevgiyi, heceleri birleştirip kelimelerle. Yaşanır fakat tarif edilmez bir duyguymuş sevgi. Sevgiyi okuyabilmek istedim, karşımdaki karlı dağdan, martıların uçuştuğu mavi ovadan… Okumaya çalışırken daldım uzaklara, daldım ki ne dalış! Neler gördüm, neler duydum ah… Bir anlatabilsem. Dinleyin beni, anlatacağım bir gün sevmeyi ve sevilmeyi.


Çetin Erden


Konular