Yetişkin Yetişir mi?

Kendimizi yetiştirmek mi? O da nesi? Biz zaten yetişkin insanlar değil miyiz? Şunca yaş yaşadık, kaç çocuk büyüttük, saçlarımızı ağarttık, göreceğimizi gördük, unumuzu eleyip eleğimizi duvara astık, iyi kötü bir ömür sürdük işte. Şimdi sıra çocuklarda, torunlarda. Onların iyi bir eğitim almaları için çabalayıp duruyoruz. Başarılı olursak ne mutlu. Biz elimizden geleni yapalım da.






Bu paragrafın içeriğine pek yabancı olmadığınızı biliyorum. Aynen değilse de benzer cümleleri işitmişizdir hepimiz. Söylenmese bile halimiz ve tavrımız, hayattaki uğraşlarımız, ilgi alanlarımız, yönelişlerimiz böyle düşündüğümüzü ortaya koymaktadır daima. Bu anlayışımızın arka plânında neyin bulunduğunu ortaya çıkarmak için hayat tarzımızı tayin eden kök fikirlerin neler olduğunu biraz kurcalayalım isterseniz.




Büyük alim Ahmet Yesevi Hz.nin hocası Hâce Yusuf Hemedanî, “Hayat Nedir?” adlı kitabında bu soruya şöyle cevap veriyor: “Hayat tatmin olduğun şeydir.” Yani seni mutlu eden, seni doyuran “aradığım buydu işte” dedirten şeydir. “Öyleyse neyle tatmin olduğuna bak.” Hâce Yusuf Hemedanî Hz.nin bu sarsıcı cümlelerinin ışığında yol alalım şimdi de. Kozmos denen bu harikulade alemin hülasasını özünde taşıyan “küçük alem” olan insanı tatmin edebilecek, mutlu kılabilecek aranmaya değer olan şey de basit ve harcıâlem olamaz, olmamalıdır. Ruh ve beden olmak üzere iki cüzden mürekkep olduğumuz düşünülürse kendisiyle sükuna erdiğimiz, başka bir arayışa ihtiyaç hissettirmeyecek şekilde bizi doyuran şey, acaba ruhumuza mı yoksa bedenimize mi hitap etmektedir? “Göreceğimizi gördük” derken aslında söylemek istediğimiz “Gençken okuyup öğrendik, bir meslek edindik, şimdi de hayatımızı konforlu bir şekilde sürdürecek imkanlarımız var. Bundan sonra öğrenmek için neden kafa yoralım, çabalayalım?” demek olmasın? Haydi kırk yaşını devirmiş yetişkinler olarak kendimizle yüzleşme denemesi yapalım biraz. Neyi arıyoruz ya da herhangi bir şeyi arıyor muyuz? Peşine düştüğümüz bir sorumuz var mı? Evimiz, işimiz, kurulu düzenimiz günden güne artan refah seviyemiz yani statümüz maddi yönümüzü doyurup önümüze bir perde çekerek gerçek ihtiyaçlarımızı görmemize engel olmasın sakın? Hayatımızı anlamlandıran bir merakımız olmalı ve anlama öğrenme çabamızı ona yöneltmeli değil miyiz? “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” buyuran Peygamberimiz (s.a.v.) bizim günden güne bilgimizi artırmamızı değişimimizi hızlandırmamızı isterken bunun ne çeşit bir değişim olduğu hakkında biraz zihnimizi yormalıyız sanırım. Modern dünyada mit haline getirilen konulardan biri de okumak olduğundan hemen herkesin hobileri arasında birinci sırada okumak yer alıyor ya da herkes boş zamanını okumakla değerlendiriyor. Kitaplar bir meta gibi reklama konu oluyor, albenili kapak düzenlemeleriyle vitrinlerde arz ı endam ediyor.




Martin Lings’in de dediği gibi yirminci yüzyılda kitap rafları tıka basa dolu olduğu gibi bir o kadarı da basılmayı bekliyor. Yüzyılımız sanki çenesi düşük bir ihtiyar gibi sürekli konuşuyor. İnsanlar ya evlerindeki odalar dolusu kitapların varlığıyla övünüyorlar ya da çok kitap okumakla. Ama yine yirminci yüzyılın mühtedilerinden Fritjof Schuon’un ifadesiyle “Karasabanın toprağı altüst edişi gibi benliğimizi dönüştüren” bilgiye ulaşılmadıkça, söylenen her şey malumat seviyesinde kalıyor. Yani insan değişmiyor, olgunlaşmaya, doğru davranmaya hakikatin peşine düşmeye doğru bir mesafe katetmiyor. En önemlisi de bedensel hazlarını tatmin eden maddi konforu ile düşünce tembelliği ve genel geçer kalıpları benimsemekle karakterize olan zihin konforu bozulmadıkça peşine düşebileceği bir sorusu olmuyor. İşte kendimizi yetiştirmek, geliştirmek, dönüştürmek dediğimiz çabaların önündeki en önemli engel bu. Halbuki kainatta yalnız insana verilmiş olan akletme (bilme) melekesi sayesinde ortaya koyacağımız anlama ve anlamlandırma çabası, insan yanımızı doyurur, bizi maddi dünyadan ayırarak kanatlandırır, olup bitenlere biraz daha yukarıdan bakmamızı sağlar.



“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”buyuran Rabbimizin neyi bilmekten söz ettiğini anlamaya çalışmak ise, İslam ülkeleri de dahil olmak üzere modern dünyada üzeri iyice örtülü kalmış bir konudur. Maddi yanımızı doyurmaya hizmet etmekte kendi kendisiyle yarışan ve sürekli konfor üreten modern teknolojiden insanın ruhunu doyuran, akletme melekesini çalıştıran bilgiye ulaştırmasını ummak beyhudedir. Öyleyse yaşımız kaç olursa olsun, hatta, bilhassa eğer yaşımız ilerlediyse üzerimize doğru koşa koşa gelen ölüm gerçeğini dikkatten uzak tutmayarak hayatı anlamaya çalışmalı, hikmetin peşine düşmeliyiz. Öyle ki, bizde bilkuvve mevcut bulunan melekelerimizi olabildiğince bilfiil hale getirerek daha çok ve daha iyi anlamaya gayret etmeliyiz. Neyi mi? Hakikati. Hakikati kavaramak konusunda önümüze çıkan teknik engelleri bir bir aşmaya gayret göstermeliyiz. Kendi sorusunun peşinden giden insanlar olarak, bize engel olan çevremiz ise onu değiştirmeli,herhangi bir okulun diplomasını almamış olmamız ise bunu gerçekleştirmeye çalışmalı, yabancı dilden bir kitabı aslından okuyamamak ise o yabancı dili öğrenmeli, parasızlık ise para kazanmanın helal yollarını bulmalı, bilgi başka bir coğrafyada ise oraya hicret etmeliyiz. Bizim bu çabalarımızda muhakkak ki Allah (c.c.) yardımcımız olacaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Allah(c.c.)’tan hakkıyla ancak alimler korkar.” buyurmamış mıydı? Öyleyse biz de kendi çapımıza kapasitemize göre alim olmaya çabalamalıyız. İlmimiz ölçüsünde takvamız artar, takvamız ölçüsünde de hayatımızı Allah(c.c.)ın rızasına uygun bir şekilde düzenlemeyi başarabiliriz. Biz doğru davranabildikçe de kalbimiz yumuşar, muhabbetimiz artar. Alla(c.c.)ın huzurunda yüzümüzü ağartacak olan ise ne makamımız, ne sıfatımız, ne kariyerimiz ne de mal ve mülkümüzdür. Ancak aşkımızdır bizi Allah(c.c.)a yakınlaştırabilecek olan. İşte tam da bu yüzden Yusuf Hemedanî hazretlerinin dediği gibi neyle mutlu olduğumuza dikkat etmeliyiz. Makam, mevki, mal, evlatlar ve akrabaların çokluğu ile mi yoksa kalbimizin Allah(c.c.)a yakınlığıyla mı? Öyleyse bizi Allah(c.c.)a yakınlaştıracak yolların bilgisini edinmek ve bu bilgiyle değişip dönüşmek niyetiyle kendimizi yetiştirmeye, olgunlaştırmaya gayret edelim. Edebiyatçı Şeyh Ahmed-i Hânî’nin duasıyla yazımızı bitirelim;




“Allah’ım(c.c.), sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) yüzü suyu hürmetine kalbimi kendine yakınlaştır.”



Amin.




Konular